30 Ocak 2010 Cumartesi

AZİZ SÜRYANİ EFREM’İN DUASI

Ey hayatımın efendisi rabbim, beni tembellik ruhundan, üstünlükten başkanlık sevdasından ve boş sözlerden kurtar.
Ve ben kuluna iffet ruhuyla, fikir, sabır ve sevgide tevazu duygusuyla bana inayet ver.
Evet ey kralım ve ilahım, ayıplarımı ve suçlarımı bilmeyi ve kardeşlerimi yargılamamayı bana öğret. Sen ebetlere kadar mübareksin. Amin.

AZİZ SÜRYANİ EFREM’iN HATIRLANIŞI.



AZİZ SÜRYANİ EFREM’İN HATIRLANIŞI
(28 Ocak)
Efrem, verimli anlamına gelir. Aziz Efrem Nasibin’de Dicle ırmağının kıyılarında 303 yılında doğar. Fakir bir ailenin çocuğu olan Efrem kendisi ve ailesi hristiyan olarak bilinirdi. Şehitlerin evlatları da diye anılan bu aile bazılarının söyleyişlerine göre putperestti. Putperest olan baba kâhindi. Aziz Efrem hristiyan olunca babası tarafından evden kovulur, ve aziz Yakup’un yanına gider. Aziz Efremin gençliği delidoluydu. Çalışmayı ve bir mevkiye gelmeyi çok istiyordu. Zeki biri olan aziz Efrem Tanrı kudretinin madiatla alakası olmadığını ve her şeyin doğal olduğunu, dünyanın doğal zincire bağlı olduğuna inanıyordu. Tanrı’nın aracılığıyla hayatında ilâhi kıvılcımlar, ve hareketlenmeler başlayarak bu yolada yürümeye başladı.

Aziz Efrem bir gün, kendi bostanına giren bir danayı görünce öfkelenir ve onu kavalayarak öldürür. Öldürdüğü dananın sahibine ne bir para nede herhengi başka bir karşılık vermeyerek danayı kendisinin değil vahşi hayvanlar ve kurtalar tarafınca öldürüldüğünü söyler. Bu olaydan kısa bir süre sonra kendisine koyunları çalma iftirası atılarak ceza evine konulur. Gittiği ceza evinde öfkelenen ve bu dünyada adaletin olmadığını söyleyen Aziz Efrem Tanrı’nın da hiç bir şeye karışmadığını defalarca tekrarlar. Bir gece rüyasında bir kendisine burada olamasının, danayı öldürmüş ve sahibinede yalan söylemiş olması olduğunu söyleyen bir sesin seslendiğini duyar. Bunun bir melek olduğunu anlayan aziz Afram yere kapanarak hüngür, hüngür ağlamaya başlar. Günah işlediğini anlayarak Tanrı’dan af diler. Bundan sonra Tanrı’ya ceza evinden kurtulması halinde bütün hayatının değişeceğini ve doğru bir insan olarak yaşayacağına dair söz verir. Kısa bir süre sonra da ceza evinden kurtulur ve hemen vaftiz olur. Daha sonra keşiş olarak tövbekâr insanlara öğretmeye ve tövbe etmeyen insanlarada tövbe etmesi gerektiğini söylemeye başlar.. Aziz Efrem pişmanlık duasını yazarak bu güne dek ulaşmasını ve kilisede halen söylenmesini sağladı. Bütün bunları daha henüz 18 yaşındayken yaptı.

Kıyametin sallanışı kalbinde oluşuverdi, insanları ve dünyanın sorunlarını terk ederek kendini Tanrı’ya adadı. Dağdaki yaşamın rahipleri ilâhi anlamda özgürleştirdiğine inanarak dağda rahip olur. Onun rahiplik hayatı çok zor sürer. Yere yatıyor, oruç tutuyor, geceleri uzun, uzun dua ederken gündüzleri ise var gücüyle çalışıyordu. Aziz Efrem tabiatı gereğince çok sinirliydi. Fakat Tanrı’nın niğmeti, rahiplik hayatı ve oruç ile mütevaziliği ve alçak gönüllülüğü öğrendi. Hatta manstırda kendisine Tanrı’nın saf ve barışçı adamı lakabı verildi.

Bir gün oruç tutarken rahip arkadaşı ona yemek getiriyordu yolda gelirken dikenler ve taşlıklar yüzünden sendeleyip yere düştü ve yemeği döktü. Bunu gören Aziz Efrem ona sakın üzülme madem yemek bize gelmiyor biz ona gideriz diyerek yerden dökülen yemekleri ağzıyla toplamaya ve yemeye başladı. Aziz Efrem, kendini halkın en önemsizi gibi görüyor ve kendine hiç önem vermiyordu. Kendisine iltifatta bulununlara karşı kalbi kırılıyordu.

O dönemin iranlıları kente baskın düzenleyeceklerdi bunu için Aziz Efrem oradan ayrılarak Raha şehrine gider. O, iki fikri benimsemişti. Birincisi Azizlerin kemik kalıntılarına sahip olmak ve onlara dua ederek şifa dilemek, ikinciside onunla konuşup ondan yararlanacak birini bulmak istiyordu. Oturduğu evin yanında bir fahişe oturuyordu. Fahişe, şeytanın gücüyle kalkıp Efrem’in kendisiyle yatmasını ister. Aziz Efrem buna çok öfkelendiysede ona ders vermek için bunu bir şart karşılığında yapacağını söyler. Kadın ona şartın nedir diye sorunca, Efrem bunu bütün halkın önünde kentin tam ortasında yapmasını istedi. Kadın “sen utanmazmısın be adam” diyerek onu azarladı. Efrem ona “insanlardan utanıyorsunda herşeyi ve her gizliliği bilen yüce Tanrı’dan korkup utanmıyor musun?” diyerek onu utanca boğdu. Kadın o anda imana gelerek tövbe eder ve haribe olarak hayatını sürdürür.

Bundan sonra Aziz Efrem orada bir üniversite açar ve ilahiyat dersleri vermeye başlar kısa bir süre sonrada diyakon daha sonrada bazı kaynaklara göre papaz olur. Zaman gelince öğrencilerini uyararak onalara “beni dini törenlerle ve dualarla gömmeyin. Kendime ne tabut, nede süsülü taşlarla oyulu mezar yapın. Benim cesedimi pahalı kefenlerle sarmayın, adıma herhangi bir türbe veya ziyarette yapmayın.” Dedi, onların pahalı bir kefen aldığını gören Aziz “bunu satın ve parasını fakirlere verin, arkamdan beni anmayın sadece gömün bitsin. Nasıl hakediyorsam bana öyle davranın yani yüzüme tükürün.” Diyerek konuşmasını keser ve yavaşça mırıldanarak dua eder ve rurhunun son nefesini verir. Onun dualarıyla ve şifalarıyla ya Rab Mesih İsa bize merhamet ve kurtuluş eyle. Amin.

20 Ocak 2010 Çarşamba

AZİZ ATHANASİOS’UN HATIRLANIŞI



Aziz Athanasios İ.S. 297 yılında Mısır’ın İskenderiye şehrinde dünyaya geldi. Doğduğu dönemde yaşadığı bölgeye egemen olan kral Maksimianos'tu ve tam bir hristiyan düşmanıydı, ardından da Maksiminos kral oldu. Küçük yaşta, ailesi sayesinde, hristiyanlığı iyice tanıdı ve Tanrı’ya tüm kalbiyle bağlandı. Yaşı büyüdükçe yaşıtlarıyla oynamak yerine büyüklerle oturup ruhsal konuları konuşmayı tercih etti. Aziz Athanasios bilgili bir insandı. Kutsal yazıları dikkatlice okurdu. 18 yaşına vardığında Kutsal Kitap’ın bir çok bölümünü ezbere biliyordu. O zamanlar genç Athanasios'u İskenderiye Patriği yanına çağırmıştı. Patrik genç Athanasios'un temiz kalbini ve kişiliğini gördüğü zaman hemen onu Diyakoz yaptı. Diyakoz Athanasios o zamandan sonra sürekli Üçlü Birlik'ten bahseden kitaplar yazmaya başladı. Ayrιca putperestlerin sahtekarlığını ve yalancılığını açıklayan kitaplar da yazdı. O'nun bu kitapları sayesinde bir çok kişi yalnış yolda olduğunu anlayarak vaftiz oldu.

O zamanlar İskenderiye’de yeni bir tarikat ortalığı ayağa kaldırmıştı. Arion adında bencil ve kendini bilmez bir din adamı Mesih İsa’nın Tanrı olmadığını ama O'nun yalnızca Tanrı’nın yarattığı bir varlık olduğunu savunuyordu. Halkı bu söyletisiyle kolayca kandırıyor kendisine taraftar topluyordu. Bu durum üzerine Büyük Konstantin soruna bir çözüm bulmak için hemen Ekümenik Konsil yapılmasını istedi. Böylece İ.s. 325 yılında 318 tane piskopos İznik’te toplandılar. Bunların arasında bugün aziz olarak andığımız Nikolaos, Markellos ve Spiridonas’ta bulunmaktaydı. İskenderiye Patriği bu konsile kendisi katılamayınca diyakozu olan Athanasios’u gönderdi. Konsil başladığı zaman Arion ve taraftarları öğretilerinin sonuna kadar arkasında duracaklarını belirttiler. Bunun üzerine genç diyakoz Athanasios sözü alarak Ortodoksluğun gerçek olduğunu kanıtlayarak Arion ve taraftarlarının sahtekarlığını ortaya çıkardı. Ortodoks kilisesinin haklı çıkması ile konsil kısa bir süre içerisinde sona erdi. Aradan bir yıl geçtikten sonra İskenderiye Patriği vefat etti. Bunun üzerine Athanasios’u seven ve ona güvenen halk onu kendilerine yeni baş olarak seçti. Arion tarikatı taraftarları Diyakoz Athanasios'un Patrik olduğunu öğrendikleri zaman bu olaya çok kızdılar ve Patrik Athanasios'u küçük düşürmek için sürekli bir hatasını arama çabasιna giriştiler. Ancak her hareketleri boşa gitmekteydi çünkü Patrik Athanasios haksızlığa ve yanlışa ödün vermeden yaşamaktaydı.

Bir gün Arioncular kopmuş bir kol alarak sınır dışı edilmiş olan Arsenios adındaki bir adamın kolu olduğunu ve bunun Patrik Athanasios tarafından kesildiğini savundular. Bu yüzden Tiru Konsili'nde Patrik Athanasios mahkum sandalyesine oturacaktı. Konsilden bir gece önce Arsenios Patrik Athanasios’un yanına gelerek ona şunları söyledi:

- Azizim benim sınır dışı edilmiş olmamdan dolayı buraya gelemeyeceğimi zannediyorlardı. Ancak ben sana yardım etmek için buradayım!

Ertesi gün Patrik Athanasios'un yargılaması başladığında, Arion taraftarlarına hala suçlamaya devam edip etmedikleri sorulduğunda onlar suçlamaya devam ettiler.

Patrik Athanasios sordu;

Hala o kolu benim kestiğime inanıyormusunuz?

Evet bu kolu sen kestin!

O sırada Arsenios içeri girerek herkese sağlıklı olduğunu gösterdi ve böylece Patrik Athanasios, sahtekar Arion taraftarlarının yalancılığını ortaya koydu.

Patrik Athanasios ile baş edemeyen saygısızlar başka bir neden daha bularak Patrik Athanasios'u tekrar suçladılar. Günahkar bir kadına para veren saygısız Arioncular onun gidip herkese Patrik Athanasios'un kendisiyle günahkar işler yaptığını söylemesini istediler. Kadın Konsile giderek tarikatçıların ona söylediklerini yaptı. Kucağında bir de bebek tutmaktaydı. Bir kez daha Patrik Athanasios yargılanmayı ve yalana karşı koymayı kabul etti. Onunla birlikte bu haksızlığa dayanamayan Timoteos adında bir papaz da yargılamaya gitti.

Timoteos kadının yanına giderek ona:

Bu çocuğun benim olduğunu söyleyip beni suçluyorsun öyle mi?

Kadın Timoteos’un Patrik Athanasios olduğunu zannederek O'na:

Evet bu çocuk senin ve benim hayatımı mahvettin!

Bunu görenler kadının yalan söylediğini anlayarak Patrik Athanasios'u bir kez daha serbest bıraktılar.

Patrik Athanasios kısa bir süre sonra kralın düşmanı olduğu gerekçesiyle krala şikayet edildi. Kral Büyük Konstantin buna inanarak O'nu 336 yılında Fransaya sürgün etti. İki yιl sonra Kral Konstantin vefat ederken son isteği Patrik Athanasios'un sürgünden geri dönmesi idi. Daha sonra tahta Oğlu Konstantin geçti. Halk bu olaydan çok memnun bir şekilde yollara çıkarak Patrik Athanasios'u karşıladı.

Ancak Arioncular bir kez daha kurnaz bir plan hazırladılar. Arioncular Patrik Athanasios'un Tiru Konsilinde Patriklik'ten kovulduğunu duyurdular ve Patrikliğe Arioncu Griogorios’u getirdiler. Grigorios genç bakire kızların dövülmesini, Tanrı korkusuyla yaşayanların hapse atılmasını ve kendisinden şikayetçi olanların cezalandırılmasını emretti. Böylece Patrik Athanasios bir kez daha sürgün edildi. Bu seferki sürgün mekanı Roma idi. Üç yıl sonra dönemin Roma Kralı Konstandas Sardiki şehrinde sürgünde bulunan Patrik Athanasios konusunda ne yapacağına karar vermek için Konsil toplanmasını istedi. Patrik Athanasios bu konsilde suçsuz bulunarak Arioncu Patrik Grigorios ve papazlarını kovdu.

Aziz hemen memleketine dönerek orada O'nu çok seven ve her zaman destekleyen halkı tarafından sevgiyle karşılandı.

Aradan bayağı bir zaman geçtikten sonra Tanrı korkusu bilmeyen Sirianos adında bir komutan beş bin askeriyle beraber Aziz Teona kilisesine saldırdı. Orada Patrik Athanasios yüzlerce dindarla berabar gece ibadetinde bulunmaktaydι. Acımasız askerler bir çok inaçlı kişiye işkence yaptı bir çok kişiyide hapse attı. Patrik Athanasios mucizevi bir şekilde kiliseden çıkarak hristiyan bir kadının evine saklanmayı başardı. Patrik Athanasios bu olaydan sonra üç kere daha sürgün edildi ve böylece on beş yıl daha memleketinden uzak yaşamak zorunda kaldı. Patrik Athanasios sürgündeyken bile bir çok kez acımasız askerler tarafından saldırıya uğradı ancak Tanrı’nın ve halkın yardımıyla bunlardan kurtuldu. Tahta Ualis çıktığı zaman halk Arioncuların Patrik Athanasios’a haksız şekilde saldırmalarından dolayı ayaklandı. Kral bu olaydan korkarak Patrik Athanasios'un İskenderiye halkına iade edilmesini emretti. Böylece Patrik Athanasios bir kez daha halkına geri dönerek haklılık için savaşmaya devam etti. 46 yıllık Patriklik görevinden sonra temiz ruhu ve bedeni 76 yaşında yaşamaya son vererek vefat etti. Aziz Athanasios günü Kilise’miz tarafından 18 Ocak’ta anılmaktadır.

17 Ocak 2010 Pazar

AZİZ BÜYÜK ANTONYUS’UN HATIRLANIŞI



AZİZ BÜYÜK ANTONYUS’UN HATIRLANIŞI
(17 Ocak)
Aziz Antonyus 250 yılında Mısır’da doğar. Ailesi hristiyan olup varlıklıydı. Babası aziz daha on sekiz yaşındayken vefat eder. Aziz Antonyus eğitim almadı fakat kutsal kitap okunduğunda dikatle dinliyor bunu hafızasında tutuyordu. Aziz Antonyus Mısır’a rahiplerin yanına gider. Bir gün Aziz Antonyus odasında otururken kendi içinde Tanrı ile konuşmaya başladı. Şöyle diyordu. “ Ben düşüncelerimden kurtulmak istiyorum fakat, bu düşünceler beni bir türlü bırakmıyor. Bana yol göster ya Rab!” O zaman uzun elbiseler giyen bir adamın önünde oturduğunu sonrada kalkıp dua ettiğini ve dua ederken onu çağırdığını görür. Bir melek olan bu adam daha sonra oradan kaybolur. Aziz bu olaydan sonra imanda güçlenmiş ve pekişmişti. Aziz Antonyus kendisine buyurulduğu gibi yapıp dua etti ve bütün kötü huylarından ve fikirlerinden kurtuldu. Kutsal kitap okunduğunda her sözü dikkatle ve önemle dinlenyen azizimiz kutsal kitabı hafızasında tutuyordu. Aziz Antonyus’un bu durumundan öfkelenen şeytan çoğu kez onu denedi. Onu yok etmek istediysede ona hiçbir şey yapamıyordu.

Bir defasında ona ailesinin sahip olduğu mal varlığını ve maddi zenginliğini hatırlatarak ona görünüp dedi. “Eğer paranın sahibi olsaydın bütün ailenin efendisi olurdun.” Bunu söyledikten sonra çirkin nefesi ile onu üfler ve ona bu dünyada iyilik yani kurtuluş yolunun zorluğunu gösterir. Başka bir defasında da şeytan güzel elbiseler giyen hoş bir kadın şeklinde azizin gecesine katılır. Bunun şeytan olduğunu anlayan aziz Antonyus dua ederek onu oradan kovar. Aziz Antonyus hayatını daha da zorlaştırıp İsa’nın çektiği acıları kısmen de olsa çekmek istiyordu. Bunu gören iblis bundan çok öfkelenir. Onunla savaşmaya ve tekrar günaha sokmaya karar verir. Duasında görünerek onu vurdu ve aziz yere düştü toplanan insanlar onu kiliseye götürdüler. Kilisede bu olaya herkes merakla bakıyordu. Gece yarısına kadar herkes uyumuştu aziz Antonyus kendine gelince sadece arkadaşının uyumadığını görürür. Ona “Geldiğim yere beni mezarlığa götür.” Diyerek ondan ricada bulunur. Çünkü kendisi mezarlıkta yaşıyordu. Onu mezarlığa götürdü ayakta kalamayan aziz yerde dua ederek şöyle der. “İşte ben Antonyus’um buradayım! Sizden ve yaralarınızdan da korkmuyorum, beni İsa Mesih’in sevgisinden hiç bir güç ayıramaz.” Bundan sonra şeytanı ve ordusunun vahşi hayvanlar biçiminde üstüne geldiğini ve her yerin sallandığını gördü. Aziz Antonyus o zaman gözlerini göğe dikerek gökten gelen bir ışığı gördü. “Tanrım nedne beni daha önce korumadın” diyerek haykırdı. Gökten gelen ses “Burdayım kulum senin dayanma gücünü ve imanını gözetliyordum” dedi. Bundan sonra aziz Antonyus bir kaleye giderek orada yirmi yıl yaşar. Bu süre boyunca sadece ekmek, su, tuz ve şeker yedi. Yaşadığı dağa giderek arkadaşlarını ve rahipleri ziyaret etti ve onlara “Bu benim size son yolculuğumdur artık bir daha beni görmeyeceksiniz.”dedi. Bir kaç ay sonra aziz Antonyus 105 yaşında ruhunu teslim eder. Onun dualarıyla ve şifalarıyla ya Rab İsa Mesih bize merhamet ve kurtuluş eyle. Amin.

6 Ocak 2010 Çarşamba

RABİN ZUHURU.



Ürdün Nehrinde vaftizinle Ya Rab Kutsal üçlemeye secde zuhur etti. Zira Baba’nın sesi, seni sevgili oğul diye isimlendirerek şahadet etmiştir. Ve ruh bir güvercin görünümünde kelamın gerçekliğini teyit ediyor. Sen ki zuhur ettin ve insanları aydınlattın Ey Mesih ilahımız sana yücelik olsun.

4 Ocak 2010 Pazartesi

AZİZ BASİLYOS’UN HATIRLANIŞI.



AZİZ BASİLYOS’UN HATIRLANIŞI.
(01 Ocak)
Aziz Basilyos Kayseri de Kapadokya da 01.01.330 yılında doğar. Ailesi farklıydı, çünkü Rab Tanrı’ya iman ediyorlardı. Anneannesi şehit, dedesi de Rab İsa Mesih yolunda büyük eziyetler gördü. Çünkü onlar hristiyandılar ve bu yüzden eziyet görüyorlardı. Bunlardan dolayı onlar ailece Pontus dağlarına göç ettiler. Aziz Basilyos’u nenesi Makarina büyüttü ve onu bir hristiyan olarak yetiştirdi. Ayrıca Aziz Basilyos Aziz Grigoryos’un da öğrencisidir. Ayrıca Aziz Grigoryos Aziz Basilyos hakkında şöyle dedi “O doğru ve iyidir.” Azizin büyük malları vardı, Annesi Amalya doğru ve iyi bir kadındı. On çocuklarından beşi aziz beşide normal insandı. Bu azizlerden biriside Azizi Basilyostur.

Aziz Basilyos küşüklüğünden beri zayıf bir bünyeye sahipti, bir gün küçükken geçirdiği bir hastalık yüzünden neredeyse ölecekti. Onu ölümden kurtaran imanlı annnesinin dualarıydı. Babası ona dinleyiciliği ve konuşma sanatını öğretti. Babası vefat edince Kayseri de okula başlar. Daha sonra İstanbul da okudu ve Antakya’ya da giderek eğitimini orada sürdürdü. En sonunda Atina da tamamladı. Atina’ya gidince ablası evi manastıra çevirir. Ablasının yanında annesi ve kardeşi Petrus’ta vardı. Kendisi Kayseri’ye dönünce herşeyin değiştiğini arkadaşlarınında rahip olduğunu görür. Kayseri üniversitesinde profosör olur, bu ünvan onu değiştirir. Sonunda kalbi somut ve büyüklük taslayan biri haline gelir. Ablası onun bu durumunu görünce onu azarlayarak ona şöyle der “Sen büyük olduğunu ve diğer insanların da küçük olduğunu görüyorsun.” Bu sözler onu yaraladıysada bu fazla uzun sürmedi. O bu sözlerden daha büyük bir şey bekiliyordu ki geri dönsün. Bundan sonra büyük bir facia oldu kardeşi Petrus balık avına çıktı ama cesedi geri döndü. Kardeşinin ölümünü duyan Aziz Basilyos kedere boğuldu. Atina da aldığı bütün eğitimin onun kurtuluşunu sağlayamayacağını anladı ve içim içim ağladı. Daha sonra ablasının yanına giderek ondan arınma sırrını öğrendi. Bundan sonra alçak gönüllü ve mütevazi bir insan oldu. Bundan kısa bir süre sonra İstefatyo adında birini tanıdı. Bu adam onun gezip değişik yerlerdeki manastırları ve rahiplerin yaşayış tarzlarını görmesini tavsiye etti. Aziz Basilyos’ta buralara gidrek manastırları ve rahipleri ziyaret etti. Oralarda gördüklerinden ve rahiplerin yaşayış tarzlarından çok etkilendi. Sonunda Kapadokya’ya geri döner, orada çok güzel bir yer bulur ve burayı manastıra çevirir. Burada çok mütevazi bir hayat yaşar. Varlıklı ve kendini beğenen Aziz Basilyos şimdi alçak gönüllü olmuştur. 360 yılında diyakon, 363 yılında papaz ve 370 yılında da Kayseri episkoposu olur. Şehirde büyük bir kıtlık yaşanmıştı, halk aç ve perişandı. Aziz Basilyos bütün mal varlığını satarak fakirlere dağıtır. Bundan sonra halk O’nun dualarıyla kalır. Hayatının sonuna kadar böyle yaşadı. Aziz Basilyos 01.01.379 da ruhunu teslim eder. Onun dualarıyla ve şifalarıyla ya Rab İsa Mesih bize merhamet ve kurtuluş eyle. Amin.