DÜNDEN BUGÜNE ANTAKYA
RUMLARININ KİMLİK AÇILIMI
Hazırlayan: Arşimandrit Baş Rahip
Mth. Dokrinler Tarihi
İğnatyos Yapıcıoğlu
Günümüzde Türkiye’nin güneyinde Mersin’den Antakya’ya kadar dağılmış olan
ve Antakya Rum Patrikhanesi Kürsüsüne bağlı olan Hristiyan Ortodoks cemaatler
bulunmaktadır. Bu bölgelerde yaşamakta olan bu cemaatler kendilerine Rum
Ortodoks demektedirler. Bunun anlamı ise Ortodoks Rumlar anlamına gelmiştir
keza Türk devletide vakıflarını Rum vakıfları olarak tanımış ve nitelendirmiştir. Bu noktada çoğu cemaat mensubu kökeni hakkında kendi
kendini sorgulamaktadır zira Rum kelimesinin manası günümüzde Anadolu kökenli
Yunanlı demek iken eski zamanlarda Doğu Roma mensubu olarak nitelendirilmekte
idi.[1]
Cemaat mensuplarının Arapça dilini konuşmaları kimlikleri hakkında onları
karmaşaya itmektedir. Daha net ve kesin bilgilere vakıf olabilmek adına
özellikle Antakya ve çevre bölgenin tarihini irdelemek faydalı olacaktır.
Milattan önce 333 yılında Büyük İskenderin 3. Darius’a karşı İssos (
günümüz Erzin’in eski adı) savaşında zafer kazanmasının ardından bölge
Yunanlıların hakimiyetine geçecektir. Antakya şehrinin kuruluşundan evvelde
bölgede milattan önce 700 yıllarında bölgede Argos, Girit ve Kıbrıslı
Yunanlıların yaşadığı Yunan şehirleride bulunmakta idi, ve bu şehirlerin en
kadimlerinden biri İoni (Ιώνη) şehri’dir.[2]
Milattan önce Büyük İskender’in bölgede
kurduğu ilk yerleşim alanları olan İmatya’ya (Ημαθία) kendi askerlerini
yerşeltirmiş, ardından İskenderin komutanı Antigonos ise 307 M.Ö. Antigonia (Αντιγόνεια) şehrini kurup Atina’lı
ve Makedon Yunanlılarını yerleştirmiştir. Büyük İskenderin vefatından sonra I.
Selefkos Nikator bölgede hakimiyetini sağlayacak ve milattan önce 300 yılında
babasının adı olan Antiohos ismi ile
Antakya (Αντιόχεια) şehrini kuracaktır. Şehrin ilk yerleşkesi Selefkos’un
yönlendirmesi ile zaten Antakya şehri ve civarında yaşamakta olan çoğunluğu
Atina’lı olan Yunanlılar tarafından sağlanmıştır.[3]
Antakya Selefkos’un kurduğu imparotorluğun başkenti olup, sınırları akdenizden
hint nehrine kadar ulaşmıştır.
Böylece şehre
başka kültürlerden insanlar akın etmiş ve bölgeye yerleşmiştir. Bunların içerisinde
Yahudiler ve Suryaniler bulunurken çoğunluğu her zaman Yunanlılar ve özelikle Atinalılar
sağlamıştır. Atinalıların kökenleri, eğitim seviyeleri ve kültürlerinden dolayı
Antakyalılar Süriye Atinalıları (Συριάδες
Αθήναι) olarak anılmışlardır.[4]
Antakya’nın Atina’lı yerleşkesinin Antiohida’nın 10.cu kavminden gelebiliyor
olma ihtimalı bu bağlam ve söylemi kuvvetlendirmektedir. Çok daha sonraları
milattan önce 64 yılında Romalı Pompius şehri eline geçirdiğinde nüfusun
Atinalı olmasından dolayı şehre saygı duymuş ve şehri onurlandırarak «civitas libera»
yani özgür ve özyönetim hakkını vermiştir.[5]
Bundan dolayı yüzyıllarca Antakya bütün
anadolunun idari merkezi halini almıştır. Burada en önemli nokta bütün dünyanın
manevi ve kültürel merkezi olmuş olmasıdır.
Okuma yazma, sanaatçılık, mektepleri, tiyatroları ve Olimpik oyunları
haklı bir şekilde şehrin kıskanılacak durumda olmasını sağlamıştır. Roma ve
Bizans dönemlerinde askeri, politik ve özellikle maneviyat alanlarında Antakya
asla değerini kaybetmemiştir. Henüz Rab İsa Mesih dünya topraklarında iken
Antakya kökenli olan öğrencileri bulunmakta idi. Bunların arasında Havari
Lukas,[6]
Diyakon (Hizmetkar-Şimes) Nikolaos[7]
ve Kilise geleneklerine göre Mesihin daha ufak bir çocukken kucağında
taşıdığı Antakya episkoposluğu yapmış olan Aziz İğnatyos bulunmaktadır.[8]
Antakya zaman içerisinde Havariler Petrus ve Pavlus’un Antakya’yı ziyaret
etmesi ile bu yeni inancın akın merkezi haline gelecek ve havariler buradan dünya
halklarına müjdeyi yaymaya başlayacaklardır. Bu sebeple haklı olarak Antakya
‘’Miletlerin Ana Kilisesi’’ ünvanını alacaktır.
Ve Antakya’da ilk defa Mesih İsa’nın öğrencileri ve imanlıları Hristiyan adını alacaktır.[9] Antakya Kilisesi günümüze kadar iman doktrinlerinin oluşmasında başrol oynamış
ve kendi İlahiyat ekolü’nün çıkarmış olduğu büyük din alimleri ve
ilahiyatçıları Tarsus episkoposu Diodoros, Mopsuestia (Misis) episkoposu
Theodoros, İstanbul Patriği Altın ağızlı Yuhanna ve Kiros episkoposu Theodoretos
gibi bazı önemli alimler ve azizler sayesinde evrenin ilahi düşünce yapısına etki
etmiştir.[10]
Rahiplik hayatı ise bir diğer taraftan Antakya’yı Rahiplik ve Tanrı’ya
adanmışlık merkezi haline getirmiş, o dönemde bilinen dünyanın her tarafından
insanlar özellikle Aziz Sütuncu Simeon manastırına ya keşiş olmaya geliyor yada
alim keşişlerin ilminden ve imanından faydalanmak için geliyorlardı. O dönemlerde Antakya’da kurulan bir çok manastırın en
önemli özelliği ise nüfusunun sadece Yunalılardan değil aynı zamanda
Süryanilerdende oluşmasıdır.[11]
Daha sonraki dönemlerde evrensel kimliği ve ruhu dahada açığa çıkaracak olan
Persler, Ermeniler ve Gürcüler bölgeye yerleşmiştir. Dönemin liturjik dili
Antakyada Yunancadır ancak Antakya çevresinde bazı manastırlarda hem yunanca
hemde Süryanice de kullanılmıştır. Önemli bir nokta ise burada kilise
yapıtlarında, dinsel musiki yazımında, bina mimarilerinde ve özellikle ilk
İkonograf İncil yazarı Aziz Lukas ile birlikte katkısı çok büyük olacaktır.[12]
Bir diğer taraftan dünyanın en büyük ve önemli müzelerini süsleyen mozaik
eserlerde buradan çıkacaktır. Milattan
sonra 5. yüzyılda Atina kökenli kraliçe Evdokia Kudüs’e yolculuğu esnasında
Antakya’yı ziyaret etmiş ve oradaki söyleşisinde yerel halk ile aynı kanı taşıdığını gururla belirtmiştir.[13]
526 yılında yaşanan büyük ve yıkıcı depremin ardında kral Justinianos şehri
ayağa kaldırmak için önemli mimariler gerçekleştirmiş ve Aziz Sütuncu Simeon’un
yönlendirmesi ilede şehre Tanrı’nın Şehri ünvanını vermiştir.[14]
Buradaki amaç Tanrı’nın koruması altına girmek ve kolları altında bulunmaktır.
Belirtmemiz gerekirki hem hellenistik hemde Bizans dönemlerindeki Antakyalı
bütün yazarlar Yunanca dili ile yazmaktadırlar.
Yunanlı ve Yunanca konuşan Antakyalı hristiyanlar Arap müslümanların bölgeyi
ele geçirmelerinin ardından Arapçaya Yunanlıların felsefesini ve bilimini
çevirecekler ve onların aracığıyla bu manevi miras avrupaya da yayılacak.[15]
Zaman içerisinde Antakya birçok halkın işgaline uğramıştır. Bunların arasında
Persler, Ermeniler, Araplar, Selçuklular ve kısa bir süreliğine tekrar
Bizanslıların eline geçmiştir. Antakya
1098 yılında haçlı ordusu tarafından ele geçirildiğinde orada Prenseslik
kurulmuş ve yukarıda belirtmiş olduğumuz işgalci halkların mensuplarını
bünyesinde barındırmıştır. Bu halklar arasında 6 cemaat ortaya çıkmaktadır.
Hristiyan olan Yunanlılar, Ermeniler, Süryaniler ve Franklar ile Müslüman olan
Araplar ve Türkler.[16]
1268 yılında Memlük Sultanı Baypars Antakya’yı ve geniş bir bölgeyi Haçlıların
elinden almış ancak hem bölgeye hemde bölgede yaşayanlara ciddi yıkımlara ve zararlara sebep olmuştur.[17]
Hatta bu yıkımların neticesinde Antakya Patrikhanesi merkezini Antakya’dan Şam a
taşımak zorunda kalmıştır. Maalesef o dönemden sonra Antakya’da yanan kültür ve
eğitim ateşi yükselmeyecektir lakin günümüze kadarda evrene yansıttığı ışığını
kaybetmeyecektir. Dünya üzerinde Antakya'nın adının geçmediği hiçbir bilim dalı yoktur.1515 yılında Sultan 1. Selim
Antakya’yı Osmanlı topraklarına dahil edecektir lakin 1832 yılında Mısır
Beylerbeyi Mehmet Ali Paşa şehri ele geçirmiş 1839 yılındada Osmanlı
topraklarına iade etmiştir.[18]
1. dünya savaşının sonunda 1918 yılında Antakya Fransız yönetiminin himayesi
altına girmiş, 1938 yılından 1939 yılına dek bağımsız bir devlet halini almış ve
son olarak 1939 yılında Türkiye Cumhuriyetine dahil olmuştur.[19]
Bu uzun yüzyılların ve zengin tarihin sahipleri Antakya’nın Rum Ortodoks
cemaatleridir. Bütün bu zaman içerisinde
yaşadıkları işgaller, Araplaştırılma ve İslamlaştırılma ile yalnızlıkları ve
bölünmüşlük durumlarına rağmen günümüzde hala ellerinde tuttukları evrensel
kültür mirasını yaşatmaya çalışmaktadırlar. Antakya Yunan kültürü ve Hristiyan
inancı ile bütün halkarı çatısı altında birleştirmiş ve Ortodoks imanının
mirasını ve kültürünü bu çatı altında değerli kılmıştır. Birçok kişi hala
günümüzde bu cemaatlere farklı anlamlar ve isimlendirmeler vererek onların eşsiz kimliklerini anlamamak ve
farklılaştırmak adına bilinçli olarak gayret göstermektedir. Burada bu cemaatin özellikle Süryani
olmadığına kesin olarak vurgu yapabiliriz. Süryaniler 431 yılında yapılan Efes
Konsilini Nestorios tarafından ve 451 Kalkedon (Kadıköy) Konsilini reddetmeleri ile kesin olarak tavırlarını belirlemiş ve milli kimliklerini korumuşlardır. Bu
cemaat günümüzde Mezopotamyanın Doğusunda ve Batısında yaşamaktadır. Doğuda
yaşayanlar Anadolulu Süryaniler ismini
taşıyıp Batıda yaşıyanlarda Batılı Süryaniler ismini taşımaktadırlar.[20]
Konsillerin yapılışından önce ve sonra Kilise edebiyatının genişlediğini
görmekteyiz. Süryanice dışında Ermenice, Gürcüce ve Kıpt dillerinde kilise
edebi eserlerinin ilerlemesi söz konusudur.[21]
Antakya’nın manastırlarında farklı
milletlerden insanların bir arada yaşadıklarına dair kaynaklar çok fazladır.[22]
Dinsel ayinler o ritüeli gerçekleştiren milletin dilinde yapılırdı lakin Arapça
hakkında kaynak bulunmamaktadır çünkü Arapça dili 12. yüzyılda ritüellere dahil
olacaktır.[23]
Arap işgalinden önce yazılmış ilahi ritüel kitapları hakkında kaynaklarımız
yoktur aynı zamanda manastırlarda Arapça
dilinin kullanıldığını gösteren herhangi bir kaynakta bulunmamaktadır.[24]
Arapçada yazılmış olan en eski Dinsel ritüel metin 8. yüzyılda Harran
metropoliti Theodoros Abukurra tarafından yazılmıştır.[25]
Hristiyanlığın ilk yüzyılarında kesinlikle Arap
Hristiyanları bulunmaktadır.[26] Burada örnek olarak Nebati halkını örnek
gösterebiliriz. Onlar Arami alfabesini kullanmakta idi zira Araplar göçebe
halkı olduğu için alfabesi bulunmamakla[27]
bunun geliştirilmesi Hristiyan Suriyeliler tarafından 5. yüzyıl ve sonrasında
meydana gelmiştir.[28]
Nebatiler Yunan-Roma kültürünü benimsemiş Yunanca konuşan halktı. Bir başka
halk olan Gassaniler ise Süryanice’yi tercih etmiş ve Ritüellerde bu dili
kullanmışlardır. Bu iki halk çoğunlukla Nestorius’u ve Monofizit tarikatlarını
takip etmişlerdir.[29]
Nebatiler Arap yarım adasında ölü denizden kızıl denize olan kısımda,
Gassaniler ise Homs diyarına yerleşke kurmuşlardır. Oba hayatı yaşayan Araplar
sürekli yolculuk eder ve ticaret ile uğraşırdı. Arap istilasına kadar Antakya
civarında yada içerisinde Arap yerleşkesi bulunmamaktadır. İstiladan sonra
Hristiyan olan bir çok Arap hristiyan Müslümanlılaştırılacak ve Süryani Nasturi ve Monofizitler Müslüman
Arap soydaşlarlarıyla Bizansa karşı ittifak oluşturacaklardır.[30]
Bu noktada net olarak, daha 7. yüzyıldan itibaren Süryaniler ve Arap
hristiyanlar kendilerini tefrik edip kimlerin Ortodoksluğa ve Krala sadık kaldığını
görebilmekteyiz. Bu Kişiler Rumlar, Ermeniler ve Arap hristiyanların bir kısmı.
Burada önemle vurgulamak gerekirki bu
Arap hristiyanlar bölgede yerleşkesi olan kişiler değillerdi. İslami Arap
devletinin kuruluşundan itibaren sistematik olarak Araplaştırma ve
İslamlaştırmalar olacaktır.[31]
Osmanlı devleti 1515 yılında bölgeye hakim olduğunda bütün Ortodokslar Rum
Milleti kimliğine bağlı olacak ve İstanbul Rum
Patrikliği ve Patriği sorumluluğunda olacaklardı. Dönemsel olarak Osmanlı
devleti tarafından yapılmış olan sayımlarda Antakya’dan Mersin’e kadar sadece
Rum Ortodoks nufustan bahsedilmektedir. 19. Yüzyıldan itibarende sayıları Rum
Ortodokslardan çok daha az olan sayıya sahip olan Arapça konuşan yada Arap
Ortodoks nufustan bahsedilmektedir.[32]
Bu farklılaştırmanın nedeni Antakya
Patrikhanesi ve genellikle Antakya kilisesini birbirinden ayırma gayretleriydi. O dönemde bölgede yaşayan Rum Ortodokslar Türkçe, Arapça
ve Yunanca dillerine hakimdi. 1923
yılında Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte imzalanan Lozan Anlaşması
geregince Adana, Mersin ve Tarsus Ortodoksları mübadele kapsamına
sokulmuşlardır. Antakya ve İskenderun ise Fransız Kolonisi himayesinde
bulunduklarından dolayı mübadele kapsamına alınmamışlardır. O günden sonra Yurt
dışı ve yurt içine gerçekleşen büyük göçlere rağmen bu cemaatler günümüze dek
hayatta kalmayı başarmışlardır.
Okullarında kapanması ile birlikte 2500 yıldır hakimiyetini sürdüren Yunan dili kaybolmaya başlamış Arapça onun yerini almaya başlamış lakin oda genç nesil arasında yok olmuş
Türkçe dili ise tam hakimiyetini sağlamıştır. Genç nesil günümüzde nerede ise
Arapça dilini unutmak üzere ve nerede ise hiç kullanmamaktadır. Her ne kadar
yerel halk anlamakta güçlük çeksede Ritüel dili Arapçadır ve zamanlaması ağır
olmakla beraber Türkçede ayinsel ritüel dil olma yolunda ilerlemektedir.
Diasporada bu durum daha da karışık bir haldedir çünkü Diasporada yaşamakta
olan yeni nesil Arapçayı ve Türkçeyi nerede ise konuşmamakla beraber yaşadıkları
ülkenin diline tamamen hakimiyet sağlamışlardır. Günümüzde halen Anadolu’da ve bazı arap
ülkelerinde tarihi ve eski halkların yerleşimleri mevcuttur. Bu halklar her ne
kadar dillerini kaybetmiş ve Arapçayı konuşmakta olsalarda bu durum onları asla
Araplaştırmaz! Bir Kıptı, bir Ermeni, bir Maruni yada bir Süryani ana dilini
unutmuş yada kaybetmiş olması ve Arapçayı konuşuyor olması onu Arap kılmadığı
gibi aynı durum Rumlar içinde geçerlidir. Bu cemaatin zaman içerisinde tarihsel
olaylardan mütevellit ana dilini kaybetmiş olması kültürünü ve kökenini
kaybettiği anlamına gelmez. Kaldı ki bu cemaatler Hristiyan Ortodoks
imanlarını, kültürlerini, adet ve örflerini korumuş ve yaşatmışlardır. Tarih
içerisinde bir çok dili konuşmaya mecbur bırakılmış olan Antakya’lı Rumların
aslında bu durum dönemsel ve kosmopolitik şartlarlada alakalı olarak
Kültürlerinin ve tarihlerinin bir parçası olmuştur. Tarih içerisinde
yaşadıkları bütün tarihsel ve politik sorunlara rağmen Antakya’lı Rumlar Hristiyan Ortodoks imanlarını, tarihlerini ve tarihsel kültürlerini korumayı
başarmış, günümüze kadar nakletmeyi başarmışlardır.
DİPNOTLAR
[1]
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük 2, s.1869
[2] Libanius, ΧΙ nutuğu Antiohikos (Αντιοχικός), §51 s.65.
[3]İoannes Malalas, Kronografisi (Vakayiname), s. 160.
[4] Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.6.
[5]
İoannes Malalas, Kronografisi, s. 168.
[6] J. P. Migne, Patrologia Graeca, Eusebius Kilise Tarihi, cilt 20, sütun 220B.
[7]
Elçilerin İşleri 6,5.
[8]
Matta, 18,1-5, Markos 9,36-37, Lukas
9,46-48.
[9]
Elçilerin İşleri 11,26.
[10]
Stilianos Papadopoulos, Patroloji 2, s.566.
[11] Kiros Episkoposu Theodoritos, Filotheos İstoria, (Tanrı Sadıkların-Rahiplerin
Tarihi), P.G.cilt 82 sütun 1352.
[12] Aziz Lukas tarafından Meryem Ana’nın
ikonasını resmetiği ilk kaydedilmiş kanıt 6 asırdan Theodoros Anagnostou’nun
Kilise Tarihi adlandıran eserinde bulunmaktadır. J. P.
Migne, J. P. Migne, Patrologia Graeca, cilt 86A, sütun 165A.
[13] Euagrios Scholastikos, Kilise Tarihi,
J. P. Migne, Patrologia Graeca, cilt 86B, sütun 2476.
[14]
İannes Malalas, Kronokrafisi, s.352.
[15] Soliman Sameh Farouk, Bizans’ın doğu
eyaletlerinde Arap işgeli’nin ilk iki asırında Yunan literatürü. 7-8 fasıl. http://chs.harvard.edu/CHS/article/display/3980.
[16] Steven Runciman, Haçlı Seferleri
Tarihi, cilt 1, s.204.
[17] Steven Runciman, Haçlı Seferleri
Tarihi, cilt 2, s.321.
[18] Adem Kara, XIX Yüzyılın İlk Yarısında
Antakya, s.5.- Mehmet Tekin, Hatay Devlet Reisi Tayfur Sökmen, s.14.
[19] Mehmet Tekin, Hatay Devlet Reisi Tayfur
Sökmen, s.24.
[20] Pavlos Karolidis, Süriye ve
Filistin Ortodoks Hristiyanların Milli Kimliği, s.294-297.
[21] Kenneth M. Setton, Norman P.
Zacour, Harry W. Hazard, A History of the Crusades, Volume V: The Impact of the
Crusades on the Near East, s. 60.
[22] Kiros Episkoposu Theodoritos,
Filotheos İstoria, (Tanrı Sadıkların-Rahiplerin Tarihi), P.G.cilt 82 sütun 1284
- Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.656 - T. A.
Sinclair, Eastern Turkey: An Architectural and Archaeological Survey Vol IV, s.
338.
[23] Chrisostomos A. Papadopoulos,
Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.954-960.
[24] Gripeou Emmanouela, Hristiyanlık ve Kuran, s.57.
[25]
Panagiotou Hristou, Hellenik
Patrolojisi, cilt 5, s.353.
[26]
Elçilerin İşleri 2,11.
[27] Albert Hourani, Arap Halkların Tarihi,
s.38 - Gripeou Emmanouela, Hristiyanlık ve Kuran, s.48.
[28] Chrisostomos A. Papadopoulos,
Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.721.
[29]
İbid, s.720.
[30] A.A. Vasiliev, Bizans
İmparatorluğun Tarihi, cilt 1, s.259 - Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya
Kilisesi'nin tarihi, s.725-726.
[31] İbid, s.387 – İbid, s.756-757 - Pavlos Karolidis, Süriye ve Filistin
Ortodoks Hristiyanların Milli Kimliği, s.69.
[32] Rifat Özdemir, Osmanlı Döneminde
Antakyanın Fiziki ve Demografik Yapısı 1709-1860, s. 133-148. - Adem Kara, XIX
Yüzyılın İlk Yarısında Antakya, s. 40-46.
KAYNAKÇA
1) ΛΙΒΑΝΙΟΣ «ΑΝΤΙΟΧΙΚΟΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΚΑΚΤΟΣ ΑΘΗΝΑ 2004.
2) ΙΩΑΝΝΗΣ ΜΑΛΑΛΑΣ «ΧΡΟΝΟΓΡΑΦΙΑ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΗΛΙΟΔΡΟΜΙΟΝ ΑΘΗΝΑ 2001.
3) ΧΡΥΣΟΣΤΟΜΟΥ ΠΑΠΑΔΟΠΟΥΛΟΥ «ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΗΣ ΕΚΚΛΗΣΙΑΣ ΑΝΤΙΟΧΕΙΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ Π. ΠΟΥΡΝΑΡΑ ΘΕΣΣΑΛΟΝΙΚΗ 2010.
4) J.P. MIGNE «PATROLOGIA GRAECA».
5) ΣΤΥΛΙΑΝΟΥ ΠΑΠΑΔΟΠΟΥΛΟΥ «ΠΑΤΡΟΛΟΓΙΑ Β΄» ΑΘΗΝΑ 1990.
6) SOLIMAN SAMEH FAROUK «ΤΑ ΕΛΛΗΝΙΚΑ ΓΡΑΜΜΑΤΑ ΕΙΣ ΤΑΣ ΑΝΑΤΟΛΙΚΑΣ ΕΠΑΡΧΙΑΣ ΤΟΥ ΒΥΖΑΝΤΙΟΥ ΚΑΤΑ ΤΟΥΣ ΔΥΟ ΠΡΩΤΟΥΣ ΑΙΩΝΑΣ ΤΗΣ ΑΡΑΒΟΚΡΑΤΙΑΣ (Ζ΄& Η΄) » ΑΘΗΝΑ 2007.
7) ΣΤΗΒΕΝ ΡΑΝΣΙΜΑΝ «ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΩΝ ΣΤΑΥΡΟΦΟΡΙΩΝ» ΑΘΗΝΑΙ 1977-1979.
8) ADEM KARA «XIX. YÜZYILIN İLK YARISINDA ANTAKYA (1800-1850) » ΑΝΚΑRΑ 2004.
9) MEHMET TEKİN «HATAY DEVLET REİSİ TAYFUR SÖKMEN» ANTAKYA 2002.
10) ΠΑΥΛΟΥ ΚΑΡΟΛΙΔΟΥ «ΠΕΡΙ ΤΗΣ ΕΘΝΙΚΗΣ ΚΑΤΑΓΩΓΗΣ ΤΩΝ ΟΡΘΟΔΟΞΩΝ ΧΡΙΣΤΙΑΝΩΝ ΣΥΡΙΑΣ ΚΑΙ ΠΑΛΑΙΣΤΙΝΗΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΜΑΤΙ ΚΑΤΕΡΙΝΗ 2009.
11) KENNETH M. SETTON, NORMAN P. ZACOUR, HARRY W. HAZARD «A HISTORY OF THE CRUSADES VOLUME V» UNIVERSITY OF WISCONSIN PRESS 1985.
12) T. A. SINCLAIR «EASTERN TURKEY: AN ARCHITECTURAL AND ARCHAEOLOGICAL SURVEY IV» THE PINDAR PRESS LONDON 1990.
13) ΕΜΜΑΝΟΥΕΛΑ ΓΡΥΠΑΙΟΥ «ΧΡΙΣΤΙΑΝΙΣΜΟΣ ΚΑΙ ΚΟΡΑΝΙ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΜΑΪΣΤΡΟΣ ΑΘΗΝΑ 2010.
14) ΠΑΝΑΓΙΩΤΟΥ Κ. ΧΡΗΣΤΟΥ «ΕΛΛΗΝΙΚΗ ΠΑΤΡΟΛΟΓΙΑ Ε΄» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΚΥΡΟΜΑΝΟΣ ΘΕΣΣΑΛΟΝΙΚΗ 1992.
15) «Η ΚΑΙΝΗ ΔΙΑΘΗΚΗ» ΕΚΔΟΣΗ Ζ΄ ΑΠΟΣΤΟΛΟΚΗΣ ΔΙΑΚΟΝΙΑΣ ΤΗΣ ΕΚΚΛΗΣΙΑΣ ΤΗΣ ΕΛΛΑΔΟΣ ΑΘΗΝΑ 2005.
16) ALBERT HOURANI «Η ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΩΝ ΑΡΑΒΙΚΩΝ ΛΑΩΝ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΝΕΑ ΣΥΝΟΡΑ – Α.Α. ΛΙΒΑΝΗ ΑΘΗΝΑ 1994.
17) A. A. VASILIEV «ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΗΣ ΒΥΖΑΝΤΙΝΗΣ ΑΥΤΟΚΡΑΤΟΡΙΑΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΜΠΕΡΓΑΔΗ
18) RİFAT ÖZDEMİR «OSMANLI DÖNEMİNDE ANTAKYA΄NIN FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPISI 1709-1860» TARİH VE MEDENİYET.