24 Mart 2022 Perşembe

 


DÜNDEN BUGÜNE ANTAKYA RUMLARININ KİMLİK AÇILIMI

Hazırlayan: Arşimandrit Baş Rahip   

Mth. Dokrinler Tarihi 

İğnatyos Yapıcıoğlu

 

Günümüzde Türkiye’nin güneyinde Mersin’den Antakya’ya kadar dağılmış olan ve Antakya Rum Patrikhanesi Kürsüsüne bağlı olan Hristiyan Ortodoks cemaatler bulunmaktadır. Bu bölgelerde yaşamakta olan bu cemaatler kendilerine Rum Ortodoks demektedirler. Bunun anlamı ise Ortodoks Rumlar anlamına gelmiştir keza Türk devletide vakıflarını Rum vakıfları olarak tanımış ve nitelendirmiştir. Bu noktada çoğu cemaat mensubu kökeni hakkında kendi kendini sorgulamaktadır zira Rum kelimesinin manası günümüzde Anadolu kökenli Yunanlı demek iken eski zamanlarda Doğu Roma mensubu olarak nitelendirilmekte idi.[1] Cemaat mensuplarının Arapça dilini konuşmaları kimlikleri hakkında onları karmaşaya itmektedir. Daha net ve kesin bilgilere vakıf olabilmek adına özellikle Antakya ve çevre bölgenin tarihini irdelemek faydalı olacaktır. 

Milattan önce 333 yılında Büyük İskenderin 3. Darius’a karşı İssos ( günümüz Erzin’in eski adı) savaşında zafer kazanmasının ardından bölge Yunanlıların hakimiyetine geçecektir. Antakya şehrinin kuruluşundan evvelde bölgede milattan önce 700 yıllarında bölgede Argos, Girit ve Kıbrıslı Yunanlıların yaşadığı Yunan şehirleride bulunmakta idi, ve bu şehirlerin en kadimlerinden biri İoni (Ιώνη) şehri’dir.[2]  Milattan önce Büyük İskender’in bölgede kurduğu ilk yerleşim alanları olan İmatya’ya (Ημαθία) kendi askerlerini yerşeltirmiş, ardından İskenderin komutanı Antigonos ise 307 M.Ö.  Antigonia (Αντιγόνεια) şehrini kurup Atina’lı ve Makedon Yunanlılarını yerleştirmiştir. Büyük İskenderin vefatından sonra I. Selefkos Nikator bölgede hakimiyetini sağlayacak ve milattan önce 300 yılında babasının adı olan  Antiohos ismi ile Antakya (Αντιόχεια) şehrini kuracaktır. Şehrin ilk yerleşkesi Selefkos’un yönlendirmesi ile zaten Antakya şehri ve civarında yaşamakta olan çoğunluğu Atina’lı olan Yunanlılar tarafından sağlanmıştır.[3] Antakya Selefkos’un kurduğu imparotorluğun başkenti olup, sınırları akdenizden hint nehrine kadar ulaşmıştır.  

Böylece şehre başka kültürlerden insanlar akın etmiş ve bölgeye yerleşmiştir. Bunların içerisinde Yahudiler ve Suryaniler bulunurken çoğunluğu her zaman Yunanlılar ve özelikle Atinalılar sağlamıştır. Atinalıların kökenleri, eğitim seviyeleri ve kültürlerinden dolayı Antakyalılar Süriye Atinalıları (Συριάδες  Αθήναι) olarak anılmışlardır.[4] Antakya’nın Atina’lı yerleşkesinin Antiohida’nın 10.cu kavminden gelebiliyor olma ihtimalı bu bağlam ve söylemi kuvvetlendirmektedir. Çok daha sonraları milattan önce 64 yılında Romalı Pompius şehri eline geçirdiğinde nüfusun Atinalı olmasından dolayı şehre saygı duymuş ve şehri onurlandırarak «civitas libera» yani özgür ve özyönetim hakkını vermiştir.[5]  Bundan dolayı yüzyıllarca Antakya bütün anadolunun idari merkezi halini almıştır. Burada en önemli nokta bütün dünyanın manevi ve kültürel merkezi olmuş olmasıdır.  Okuma yazma, sanaatçılık, mektepleri, tiyatroları ve Olimpik oyunları haklı bir şekilde şehrin kıskanılacak durumda olmasını sağlamıştır. Roma ve Bizans dönemlerinde askeri, politik ve özellikle maneviyat alanlarında Antakya asla değerini kaybetmemiştir. Henüz Rab İsa Mesih dünya topraklarında iken Antakya kökenli olan öğrencileri bulunmakta idi. Bunların arasında Havari Lukas,[6] Diyakon (Hizmetkar-Şimes) Nikolaos[7] ve Kilise geleneklerine göre  Mesihin daha ufak bir çocukken kucağında taşıdığı Antakya episkoposluğu yapmış olan Aziz İğnatyos bulunmaktadır.[8] Antakya zaman içerisinde Havariler Petrus ve Pavlus’un Antakya’yı ziyaret etmesi ile bu yeni inancın akın merkezi haline gelecek ve havariler buradan dünya halklarına müjdeyi yaymaya başlayacaklardır. Bu sebeple haklı olarak Antakya ‘’Miletlerin Ana Kilisesi’’ ünvanını alacaktır.  Ve Antakya’da ilk defa Mesih İsa’nın öğrencileri ve  imanlıları Hristiyan adını alacaktır.[9]  Antakya Kilisesi günümüze kadar iman doktrinlerinin oluşmasında başrol oynamış ve kendi İlahiyat ekolü’nün çıkarmış olduğu büyük din alimleri ve ilahiyatçıları Tarsus episkoposu Diodoros, Mopsuestia (Misis) episkoposu Theodoros, İstanbul Patriği Altın ağızlı Yuhanna ve Kiros episkoposu Theodoretos gibi bazı önemli alimler ve azizler sayesinde evrenin ilahi düşünce yapısına etki etmiştir.[10] Rahiplik hayatı ise bir diğer taraftan Antakya’yı Rahiplik ve Tanrı’ya adanmışlık merkezi haline getirmiş, o dönemde bilinen dünyanın her tarafından insanlar özellikle Aziz Sütuncu Simeon manastırına ya keşiş olmaya geliyor yada alim keşişlerin ilminden ve imanından faydalanmak için geliyorlardı. O dönemlerde Antakya’da kurulan bir çok manastırın en önemli özelliği ise nüfusunun sadece Yunalılardan değil aynı zamanda Süryanilerdende oluşmasıdır.[11] Daha sonraki dönemlerde evrensel kimliği ve ruhu dahada açığa çıkaracak olan Persler, Ermeniler ve Gürcüler bölgeye yerleşmiştir. Dönemin liturjik dili Antakyada Yunancadır ancak Antakya çevresinde bazı manastırlarda hem yunanca hemde Süryanice de kullanılmıştır. Önemli bir nokta ise burada kilise yapıtlarında, dinsel musiki yazımında, bina mimarilerinde ve özellikle ilk İkonograf İncil yazarı Aziz Lukas ile birlikte katkısı çok büyük olacaktır.[12] Bir diğer taraftan dünyanın en büyük ve önemli müzelerini süsleyen mozaik eserlerde  buradan çıkacaktır. Milattan sonra 5. yüzyılda Atina kökenli kraliçe Evdokia Kudüs’e yolculuğu esnasında Antakya’yı ziyaret etmiş ve oradaki söyleşisinde yerel halk ile aynı kanı taşıdığını gururla belirtmiştir.[13] 526 yılında yaşanan büyük ve yıkıcı depremin ardında kral Justinianos şehri ayağa kaldırmak için önemli mimariler gerçekleştirmiş ve Aziz Sütuncu Simeon’un yönlendirmesi ilede şehre Tanrı’nın Şehri ünvanını vermiştir.[14] Buradaki amaç Tanrı’nın koruması altına girmek ve kolları altında bulunmaktır. Belirtmemiz gerekirki hem hellenistik hemde Bizans dönemlerindeki Antakyalı bütün yazarlar Yunanca dili ile yazmaktadırlar. Yunanlı ve Yunanca konuşan Antakyalı hristiyanlar Arap müslümanların bölgeyi ele geçirmelerinin ardından Arapçaya Yunanlıların felsefesini ve bilimini çevirecekler ve onların aracığıyla bu manevi miras avrupaya da yayılacak.[15] Zaman içerisinde Antakya birçok halkın işgaline uğramıştır. Bunların arasında Persler, Ermeniler, Araplar, Selçuklular ve kısa bir süreliğine tekrar Bizanslıların eline geçmiştir.  Antakya 1098 yılında haçlı ordusu tarafından ele geçirildiğinde orada Prenseslik kurulmuş ve yukarıda belirtmiş olduğumuz işgalci halkların mensuplarını bünyesinde barındırmıştır. Bu halklar arasında 6 cemaat ortaya çıkmaktadır. Hristiyan olan Yunanlılar, Ermeniler, Süryaniler ve Franklar ile Müslüman olan Araplar ve Türkler.[16] 1268 yılında Memlük Sultanı Baypars Antakya’yı ve geniş bir bölgeyi Haçlıların elinden almış ancak hem bölgeye hemde bölgede yaşayanlara ciddi yıkımlara ve zararlara sebep olmuştur.[17] Hatta bu yıkımların neticesinde Antakya Patrikhanesi merkezini Antakya’dan Şam a taşımak zorunda kalmıştır. Maalesef o dönemden sonra Antakya’da yanan kültür ve eğitim ateşi yükselmeyecektir lakin günümüze kadarda evrene yansıttığı ışığını kaybetmeyecektir. Dünya üzerinde Antakya'nın adının geçmediği hiçbir bilim dalı yoktur.1515 yılında Sultan 1. Selim Antakya’yı Osmanlı topraklarına dahil edecektir lakin 1832 yılında Mısır Beylerbeyi Mehmet Ali Paşa şehri ele geçirmiş 1839 yılındada Osmanlı topraklarına iade etmiştir.[18] 1. dünya savaşının sonunda 1918 yılında Antakya Fransız yönetiminin himayesi altına girmiş, 1938 yılından 1939 yılına dek bağımsız bir devlet halini almış ve son olarak 1939 yılında Türkiye Cumhuriyetine dahil olmuştur.[19]  

Bu uzun yüzyılların ve zengin tarihin sahipleri Antakya’nın Rum Ortodoks cemaatleridir.  Bütün bu zaman içerisinde yaşadıkları işgaller, Araplaştırılma ve İslamlaştırılma ile yalnızlıkları ve bölünmüşlük durumlarına rağmen günümüzde hala ellerinde tuttukları evrensel kültür mirasını yaşatmaya çalışmaktadırlar. Antakya Yunan kültürü ve Hristiyan inancı ile bütün halkarı çatısı altında birleştirmiş ve Ortodoks imanının mirasını ve kültürünü bu çatı altında değerli kılmıştır. Birçok kişi hala günümüzde bu cemaatlere farklı anlamlar ve isimlendirmeler vererek onların eşsiz kimliklerini anlamamak ve farklılaştırmak adına bilinçli olarak gayret göstermektedir. Burada bu cemaatin özellikle Süryani olmadığına kesin olarak vurgu yapabiliriz. Süryaniler 431 yılında yapılan Efes Konsilini Nestorios tarafından ve 451 Kalkedon (Kadıköy) Konsilini reddetmeleri  ile kesin olarak tavırlarını belirlemiş ve milli kimliklerini korumuşlardır. Bu cemaat günümüzde Mezopotamyanın Doğusunda ve Batısında yaşamaktadır. Doğuda yaşayanlar  Anadolulu Süryaniler ismini taşıyıp Batıda yaşıyanlarda Batılı Süryaniler ismini taşımaktadırlar.[20] Konsillerin yapılışından önce ve sonra Kilise edebiyatının genişlediğini görmekteyiz. Süryanice dışında Ermenice, Gürcüce ve Kıpt dillerinde kilise edebi eserlerinin ilerlemesi söz konusudur.[21]  Antakya’nın manastırlarında farklı milletlerden insanların bir arada yaşadıklarına dair kaynaklar çok fazladır.[22] Dinsel ayinler o ritüeli gerçekleştiren milletin dilinde yapılırdı lakin Arapça hakkında kaynak bulunmamaktadır çünkü Arapça dili 12. yüzyılda ritüellere dahil olacaktır.[23] Arap işgalinden önce yazılmış ilahi ritüel kitapları hakkında kaynaklarımız yoktur aynı zamanda manastırlarda Arapça dilinin kullanıldığını gösteren herhangi bir kaynakta bulunmamaktadır.[24] Arapçada yazılmış olan en eski Dinsel ritüel metin 8. yüzyılda Harran metropoliti Theodoros Abukurra tarafından yazılmıştır.[25] Hristiyanlığın ilk yüzyılarında kesinlikle  Arap Hristiyanları bulunmaktadır.[26]  Burada örnek olarak Nebati halkını örnek gösterebiliriz. Onlar Arami alfabesini kullanmakta idi zira Araplar göçebe halkı olduğu için alfabesi bulunmamakla[27] bunun geliştirilmesi Hristiyan Suriyeliler tarafından 5. yüzyıl ve sonrasında meydana gelmiştir.[28] Nebatiler Yunan-Roma kültürünü benimsemiş Yunanca konuşan halktı. Bir başka halk olan Gassaniler ise Süryanice’yi tercih etmiş ve Ritüellerde bu dili kullanmışlardır. Bu iki halk çoğunlukla Nestorius’u ve Monofizit tarikatlarını takip etmişlerdir.[29] Nebatiler Arap yarım adasında ölü denizden kızıl denize olan kısımda, Gassaniler ise Homs diyarına yerleşke kurmuşlardır. Oba hayatı yaşayan Araplar sürekli yolculuk eder ve ticaret ile uğraşırdı. Arap istilasına kadar Antakya civarında yada içerisinde Arap yerleşkesi bulunmamaktadır. İstiladan sonra Hristiyan olan bir çok Arap hristiyan Müslümanlılaştırılacak  ve Süryani Nasturi ve Monofizitler Müslüman Arap soydaşlarlarıyla Bizansa karşı ittifak oluşturacaklardır.[30] Bu noktada net olarak, daha 7. yüzyıldan itibaren Süryaniler ve Arap hristiyanlar kendilerini tefrik edip  kimlerin Ortodoksluğa ve Krala sadık kaldığını görebilmekteyiz. Bu Kişiler Rumlar, Ermeniler ve Arap hristiyanların bir kısmı. Burada önemle vurgulamak gerekirki  bu Arap hristiyanlar bölgede yerleşkesi olan kişiler değillerdi. İslami Arap devletinin kuruluşundan itibaren sistematik olarak Araplaştırma ve İslamlaştırmalar olacaktır.[31] Osmanlı devleti 1515 yılında bölgeye hakim olduğunda bütün Ortodokslar Rum Milleti kimliğine bağlı olacak ve İstanbul Rum Patrikliği ve Patriği sorumluluğunda olacaklardı. Dönemsel olarak Osmanlı devleti tarafından yapılmış olan sayımlarda Antakya’dan Mersin’e kadar sadece Rum Ortodoks nufustan bahsedilmektedir. 19. Yüzyıldan itibarende sayıları Rum Ortodokslardan çok daha az olan sayıya sahip olan Arapça konuşan yada Arap Ortodoks nufustan bahsedilmektedir.[32] Bu farklılaştırmanın nedeni  Antakya Patrikhanesi ve genellikle Antakya kilisesini birbirinden ayırma gayretleriydi. O dönemde bölgede yaşayan Rum Ortodokslar Türkçe, Arapça ve Yunanca dillerine hakimdi.  1923 yılında Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte imzalanan Lozan Anlaşması geregince Adana, Mersin ve Tarsus Ortodoksları mübadele kapsamına sokulmuşlardır. Antakya ve İskenderun ise Fransız Kolonisi himayesinde bulunduklarından dolayı mübadele kapsamına alınmamışlardır. O günden sonra Yurt dışı ve yurt içine gerçekleşen büyük göçlere rağmen bu cemaatler günümüze dek hayatta kalmayı başarmışlardır.  Okullarında kapanması ile birlikte 2500 yıldır hakimiyetini sürdüren Yunan dili kaybolmaya başlamış Arapça onun yerini almaya başlamış lakin oda genç nesil arasında yok olmuş Türkçe dili ise tam hakimiyetini sağlamıştır. Genç nesil günümüzde nerede ise Arapça dilini unutmak üzere ve nerede ise hiç kullanmamaktadır. Her ne kadar yerel halk anlamakta güçlük çeksede Ritüel dili Arapçadır ve zamanlaması ağır olmakla beraber Türkçede ayinsel ritüel dil olma yolunda ilerlemektedir. Diasporada bu durum daha da karışık bir haldedir çünkü Diasporada yaşamakta olan yeni nesil Arapçayı ve Türkçeyi nerede ise konuşmamakla beraber yaşadıkları ülkenin diline tamamen hakimiyet sağlamışlardır.  Günümüzde halen Anadolu’da ve bazı arap ülkelerinde tarihi ve eski halkların yerleşimleri mevcuttur. Bu halklar her ne kadar dillerini kaybetmiş ve Arapçayı konuşmakta olsalarda bu durum onları asla Araplaştırmaz! Bir Kıptı, bir Ermeni, bir Maruni yada bir Süryani ana dilini unutmuş yada kaybetmiş olması ve Arapçayı konuşuyor olması onu Arap kılmadığı gibi aynı durum Rumlar içinde geçerlidir. Bu cemaatin zaman içerisinde tarihsel olaylardan mütevellit ana dilini kaybetmiş olması kültürünü ve kökenini kaybettiği anlamına gelmez. Kaldı ki bu cemaatler Hristiyan Ortodoks imanlarını, kültürlerini, adet ve örflerini korumuş ve yaşatmışlardır. Tarih içerisinde bir çok dili konuşmaya mecbur bırakılmış olan Antakya’lı Rumların aslında bu durum dönemsel ve kosmopolitik şartlarlada alakalı olarak Kültürlerinin ve tarihlerinin bir parçası olmuştur. Tarih içerisinde yaşadıkları bütün tarihsel ve politik sorunlara rağmen Antakya’lı Rumlar Hristiyan Ortodoks imanlarını,  tarihlerini ve tarihsel kültürlerini korumayı başarmış, günümüze kadar nakletmeyi başarmışlardır.  

 

DİPNOTLAR


[1] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük 2, s.1869

[2] Libanius, ΧΙ nutuğu Antiohikos (Αντιοχικός), §51 s.65.

[3]İoannes Malalas, Kronografisi (Vakayiname), s. 160.

[4] Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.6.

[5] İoannes Malalas, Kronografisi, s. 168.

[6] J. P. Migne, Patrologia Graeca, Eusebius Kilise Tarihi, cilt 20, sütun 220B.

[7] Elçilerin İşleri 6,5.

[8] Matta, 18,1-5, Markos 9,36-37, Lukas 9,46-48.

[9] Elçilerin İşleri 11,26.

[10] Stilianos Papadopoulos, Patroloji 2, s.566.

[11] Kiros Episkoposu Theodoritos, Filotheos İstoria, (Tanrı Sadıkların-Rahiplerin Tarihi), P.G.cilt 82 sütun 1352.

[12] Aziz Lukas tarafından Meryem Ana’nın ikonasını resmetiği ilk kaydedilmiş kanıt 6 asırdan Theodoros Anagnostou’nun Kilise Tarihi adlandıran eserinde bulunmaktadır.    J. P. Migne, J. P. Migne, Patrologia Graeca, cilt 86A, sütun 165A.

[13] Euagrios Scholastikos, Kilise Tarihi, J. P. Migne, Patrologia Graeca, cilt 86B, sütun 2476.

[14] İannes Malalas, Kronokrafisi, s.352.

[15] Soliman Sameh Farouk, Bizans’ın doğu eyaletlerinde Arap işgeli’nin ilk iki asırında Yunan literatürü. 7-8 fasıl.  http://chs.harvard.edu/CHS/article/display/3980.   

[16] Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, cilt 1, s.204.

[17] Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, cilt 2, s.321.

[18] Adem Kara, XIX Yüzyılın İlk Yarısında Antakya, s.5.- Mehmet Tekin, Hatay Devlet Reisi Tayfur Sökmen, s.14.

[19] Mehmet Tekin, Hatay Devlet Reisi Tayfur Sökmen, s.24.

[20] Pavlos Karolidis, Süriye ve Filistin Ortodoks Hristiyanların Milli Kimliği, s.294-297.

[21] Kenneth M. Setton, Norman P. Zacour, Harry W. Hazard, A History of the Crusades, Volume V: The Impact of the Crusades on the Near East, s. 60.

[22] Kiros Episkoposu Theodoritos, Filotheos İstoria, (Tanrı Sadıkların-Rahiplerin Tarihi), P.G.cilt 82 sütun 1284 - Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.656 - T. A. Sinclair, Eastern Turkey: An Architectural and Archaeological Survey Vol IV, s. 338.

[23] Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.954-960.

[24] Gripeou Emmanouela, Hristiyanlık ve Kuran, s.57.

[25] Panagiotou Hristou, Hellenik Patrolojisi, cilt 5,  s.353.

[26] Elçilerin İşleri 2,11.

[27] Albert Hourani, Arap Halkların Tarihi, s.38 - Gripeou Emmanouela, Hristiyanlık ve Kuran, s.48.

[28] Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.721.

[29] İbid, s.720.

[30] A.A. Vasiliev, Bizans İmparatorluğun Tarihi, cilt 1, s.259 - Chrisostomos A. Papadopoulos, Antakya Kilisesi'nin tarihi, s.725-726.

[31] İbid, s.387 – İbid, s.756-757 - Pavlos Karolidis, Süriye ve Filistin Ortodoks Hristiyanların Milli Kimliği, s.69.

[32] Rifat Özdemir, Osmanlı Döneminde Antakyanın Fiziki ve Demografik Yapısı 1709-1860, s. 133-148. - Adem Kara, XIX Yüzyılın İlk Yarısında Antakya, s. 40-46.

KAYNAKÇA

1)    ΛΙΒΑΝΙΟΣ «ΑΝΤΙΟΧΙΚΟΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΚΑΚΤΟΣ ΑΘΗΝΑ 2004.

2)    ΙΩΑΝΝΗΣ ΜΑΛΑΛΑΣ «ΧΡΟΝΟΓΡΑΦΙΑ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΗΛΙΟΔΡΟΜΙΟΝ ΑΘΗΝΑ 2001.

3)    ΧΡΥΣΟΣΤΟΜΟΥ ΠΑΠΑΔΟΠΟΥΛΟΥ «ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΗΣ ΕΚΚΛΗΣΙΑΣ ΑΝΤΙΟΧΕΙΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ Π. ΠΟΥΡΝΑΡΑ ΘΕΣΣΑΛΟΝΙΚΗ 2010.

4)    J.P. MIGNE «PATROLOGIA GRAECA».

5)    ΣΤΥΛΙΑΝΟΥ ΠΑΠΑΔΟΠΟΥΛΟΥ «ΠΑΤΡΟΛΟΓΙΑ Β΄» ΑΘΗΝΑ 1990.

6)    SOLIMAN SAMEH FAROUK «ΤΑ ΕΛΛΗΝΙΚΑ ΓΡΑΜΜΑΤΑ ΕΙΣ ΤΑΣ ΑΝΑΤΟΛΙΚΑΣ ΕΠΑΡΧΙΑΣ ΤΟΥ ΒΥΖΑΝΤΙΟΥ ΚΑΤΑ ΤΟΥΣ ΔΥΟ ΠΡΩΤΟΥΣ ΑΙΩΝΑΣ ΤΗΣ ΑΡΑΒΟΚΡΑΤΙΑΣ (Ζ΄& Η΄) » ΑΘΗΝΑ 2007.

7)    ΣΤΗΒΕΝ ΡΑΝΣΙΜΑΝ «ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΩΝ ΣΤΑΥΡΟΦΟΡΙΩΝ» ΑΘΗΝΑΙ 1977-1979.

8)    ADEM KARA «XIX. YÜZYILIN  İLK YARISINDA ANTAKYA (1800-1850) » ΑΝΚΑRΑ 2004.

9)    MEHMET TEKİN «HATAY DEVLET REİSİ TAYFUR SÖKMEN»  ANTAKYA 2002.

10)                       ΠΑΥΛΟΥ ΚΑΡΟΛΙΔΟΥ  «ΠΕΡΙ ΤΗΣ ΕΘΝΙΚΗΣ ΚΑΤΑΓΩΓΗΣ ΤΩΝ ΟΡΘΟΔΟΞΩΝ ΧΡΙΣΤΙΑΝΩΝ ΣΥΡΙΑΣ ΚΑΙ ΠΑΛΑΙΣΤΙΝΗΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΜΑΤΙ ΚΑΤΕΡΙΝΗ 2009. 

11)                       KENNETH M. SETTON, NORMAN P. ZACOUR, HARRY W. HAZARD «A HISTORY OF THE CRUSADES VOLUME V» UNIVERSITY OF WISCONSIN PRESS 1985.

12)                       T. A. SINCLAIR «EASTERN TURKEY: AN ARCHITECTURAL AND ARCHAEOLOGICAL SURVEY IV» THE PINDAR PRESS LONDON 1990.

13)                       ΕΜΜΑΝΟΥΕΛΑ ΓΡΥΠΑΙΟΥ «ΧΡΙΣΤΙΑΝΙΣΜΟΣ ΚΑΙ ΚΟΡΑΝΙ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΜΑΪΣΤΡΟΣ ΑΘΗΝΑ 2010.

14)                       ΠΑΝΑΓΙΩΤΟΥ Κ. ΧΡΗΣΤΟΥ «ΕΛΛΗΝΙΚΗ ΠΑΤΡΟΛΟΓΙΑ Ε΄» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΚΥΡΟΜΑΝΟΣ ΘΕΣΣΑΛΟΝΙΚΗ 1992.

15)                       «Η ΚΑΙΝΗ ΔΙΑΘΗΚΗ» ΕΚΔΟΣΗ Ζ΄ ΑΠΟΣΤΟΛΟΚΗΣ ΔΙΑΚΟΝΙΑΣ ΤΗΣ ΕΚΚΛΗΣΙΑΣ ΤΗΣ ΕΛΛΑΔΟΣ ΑΘΗΝΑ 2005.

16)                       ALBERT HOURANI «Η ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΩΝ ΑΡΑΒΙΚΩΝ ΛΑΩΝ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΝΕΑ ΣΥΝΟΡΑ – Α.Α. ΛΙΒΑΝΗ ΑΘΗΝΑ 1994.

17)                       AAVASILIEV «ΙΣΤΟΡΙΑ ΤΗΣ ΒΥΖΑΝΤΙΝΗΣ ΑΥΤΟΚΡΑΤΟΡΙΑΣ» ΕΚΔΟΣΕΙΣ ΜΠΕΡΓΑΔΗ

18)                       RİFAT ÖZDEMİR «OSMANLI DÖNEMİNDE ANTAKYA΄NIN FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPISI 1709-1860» TARİH VE MEDENİYET.


12 Mart 2022 Cumartesi

 


PROİYASMENİ/ ÖNCEDEN KUTSANMIŞ AYININ ANLAMI NEDİR...?

 

(Hazırlayan Dr. Peder Ioannis Yapıcıoğlu)

 

Önceden Kutsanmış Kutsal Armağanların Liturjisi, daha yaygın olarak Önsanmış Maddelerin Liturjisi olarak bilinir. Büyük Perhiz'in hafta içi günlerinde Kutsal Armağanların dağıtımı için bir litürjidir (ayin). Proiyasmeni ayinleri Çarşamba ve Cuma günlerinde kılınır. Kilisenin eski usulüne göre, Perhiz'in oruç günleri kefaret işareti olarak sayıldığı için Efkaristiya(Şükran) ayin kutlamalarını içermiyordu. Bununla birlikte, müminlerin tenâvüle (komünyon) katılmalarını sağlamak için, Kutsal Maddeler Pazar ayininden sonra özenle muhafaza edilmiş ve oruç günlerinin akşamlarında, akşam ayininde, Önsanmış bir litürji sırasında, imanlılara sunulur. Daha tam olarak bir akşam ayini ve ardından tenâvüllü olan fakat Efkaristiya kutsamasını içermeyen bir ayindir.

Rahiplerin giydiği litürjik kıyafetlerin rengi koyu olacak, yasta kendini gönüllü olarak kurban edenin hakimiyetini hatırlatan kraliyet moru olacak. Cumartesi ve Pazar, kalan perhiz günleri olmakla birlikte Efkaristiya ayini kutlanır (Aziz Yuhanna  Chrisostomos'un veya Pazar günü Aziz Basilios'un) ve sunağın örtüleri yine Pazar akşamına kadar ışıksal kalır.

 


13 Şubat 2022 Pazar

TARİH SEMİNERLERİ


 

 


Triodion Dönemi

 

Büyük Perhiz’in başlamasından önce

Hazırlayan Dr. Peder İoannisYapıcıoğlu

 

“Triodion”, Büyük Perhiz veya Paskalya Pehriz’i sırasında Bizans usülüne göre Ortodoks Kilisesi'nde kullanılan bir ayin kitabıdır. Orada bulunan “Kanunlar” veya şiirsel terkipler, yılın geri kalanında ve diğer kitaplarda dokuz yerine sadece üç “od” içerdiğinden bu adı almıştır. Triodion, her gün, ruhani bir pedagojiyi izleyen özel bir Kanun sunar. Bu ifade aynı zamanda kitabın okunduğu Perhiz döneme de atıfta bulunur. Bunlardan başlıcası, Adem'de kaybolan ve Kilise'de, Mesih'in şahsında, Yeni Adem'de yeniden bulunan Cennet'tir. Perhiz deneyimi böylece ilk ebeveynlerin “açgözlülüğüne” yanıt verir. Ancak dualar İstavroz'a ve Diriliş'e yöneliktir: “Melekutüne girdiğinde beni zikret ya Rabbim! – İyi Hırsız'ın bu isteği bir nakarat gibi geri gelir. Kırk günün ortasında, yeni Hayat Ağacı olan İstavroz'u saygıyla anıyoruz. Her Cumartesi, defnedilmiş sadıkları cennete kabul edilmeleri için dua ederiz. Her Pazar sevinçle İsa’nın Dirilişini kutlar, çoktan olmuş Paskalya’ya birleşmemize meyil ederiz. Triodion'un tüm vakti, ölümden hayata büyük bir "geçiş" olan bir Paskalya kutlamasıdır. Büyük vaat, Tanrı'yı Kutsal Ruh aracılığıyla görmektir. Bizans hymnografisi (ilahiler besteciliği), teolojik zenginliğini Kutsal Yazılardan ve Aziz Babaların töresinden alır. Triodion'un şairleri, deneyimden yola çıkarak Paskalya sırrından bahseden mistik teologlardır; onlar sürekli olarak İncil üzerinde tefekkür ederler: Muazzam bir "Kanun" içinde Giritli Aziz Andreas, Hristiyan'ın tövbe eden günahkarların figürleriyle, Tekvin ve Çıkış'ta yeni karşılaşılan figürlerlenözdeşleşmesine ve içsel çabasını yeniden Tanrı'ya yöneltmesine, Cenneti hayatımızda yenilenmesine ve Melekûta girmemize yardımcı olur. Triodion dönemi boyunca azizlerin varlığı, güzel ilahi şiirlerle sürekli olarak tanıklanır. Aziz Andreas ile günahlarından ayrılanları aydınlatan yaratılmamış ışığa tanık olan Aziz Grigorios Palamas’ı buluyoruz; Aziz Yuhanna Klimağı, “geçilmezliğin” veya tutkunun yokluğunun metodik olarak fethi modelini; Mısırlı Meryem’i, İsa'ya olan sevgiden kaynaklanan tam bir davranış değişikliği örneğini; her şeyden önce, onu kutsayan büyük Akathist’le hürmet sunduğumuz Allah’ın Annesini buluyoruz. O gerçekten de tüm vaftiz edilmiş kişilere sunulan özgürlüğün kullanılmasının bir örneğidir: kendini her türlü günahtan korumuş, Oğlunun ve Tanrısının korkunç ölümünden önce, O'nun sadık olacağından ve sonsuz yaşamın savunucusu olacağından hiç şüphesi yoktu.